19 Kasım 2011 Cumartesi

BAZEN ESNERKEN YAPILAN KONUŞMALARI ÇOK AZ VEYA HİÇ DUYAMAMAMIZIN SEBEBİ NE OLABİLİR?

Muhakkak dikkatinizi çekmiştir; konuşurken esnediğinizde birden sesinizin volümü düşer ve karşınızdaki sizi anlamakta güçlük çeker. Peki, bunun nedeni üzerinde hiç düşündünüz mü?

Gırtlağımız (larinks), yani sesin üretildiği yer, iki ana kıkırdaktan oluşur: Soluk borusunun (trake) tam üst kısmında bulunan yüzük şekilli krikoid ve Âdem elması diye de bilinen tiroid. Gırtlak, dilin dip kısmının bağlı olduğu U harfi şeklinde ve hyoid adı verilen bir kemiğe asılı bulunur. Krikoid'in üst kenarında aritenoid adı verilen iki küçük kıkırdak daha bulunur. Bu yapılara sesle ilgili bağlar (vokal ligamentler) ve gırtlağın içinde bulunan kaslar tutunur. Bu kaslar nefes alma ve ses çıkarma sırasında vokal kıvrımları açıp kaparlar ve sesin dinamiğini ve perdesini ayarlamaya yardımcı olurlar.

Vokalis (tiroaritenoid kas) adı verilen bir kas ise her vokal kıvrımın gövdesini oluşturur. Bu kas kasıldığında vokal kıvrımlar kısalır ve kalınlaşırlar bu da sesin kalın çıkmasına (sesin perdesinin alçalmasına) sebep olur. Buna ek olarak vokalisin kasılması küçük dili daha uzun süre kapalı tutar ve sesin yüksekliğini artırır. Krikotiroid adı verilen kas kasıldığında ise tiroid kıkırdak öne doğru yavaşça sallanır. Bu durum da vokal kıvrımların uzaması ve incelmesiyle sonuçlanır ve sesin ince çıkmasına neden olur (sesin perdesini artırır).

Biz konuşurken ya da herhangi bir şekilde ses çıkarırken gerçekleşenler ana hatlarıyla bunlardır. Esnediğimizde ise gırtlağımızda bulunan sözünü ettiğimiz kaslar ve daha başka kaslar gerginleşir ve bu gerginlik bizim onları istediğimiz şekilde kontrol etmemizi engeller. Dolayısıyla esnerken konuşmak zorlaşır ya da garip sesler çıkarmamızla sonuçlanır.Şarkıcılar ya da opera sanatçıları gibi ses sağlığına dikkat etmesi gereken kişilerin esneme sırasında konuşmaya çalışmamaları ve çok güçlü esnemekten kaçınmaları bazı ses uzmanları tarafından önerilmektedir. Bunun nedeni, kasların esneme sırasında içinde bulundukları gerilimin zararlı olduğunun düşünülmesidir.

BİLGİSAYARLARI HEP AÇIK BIRAKMAK MI İYİDİR, KAPATIP AÇMAK MI?

Sadece bilgisayarları değil, bütün elektronik eşyaları işimiz bittiğinde mutlaka kapatırız. Nedenini hiç bilmediğimiz halde muhakkak kapatılması gerektiğini düşünürüz. Peki, bilgisayarları açık bırakmak mı iyidir, kapatıp açmak mı? Açıkçası bu konuda görüş birliği henüz sağlanmış değildir. Kullanılmadığı zaman bilgisayarlarını kapatmayı seçenler, böylelikle elektrik tasarrufu sağladıklarını, olası çeşitli arızaların (elektrik kaçağı, yıldırım düşmesi vb.) önüne geçtiklerini savunuyor. Ayrıca, güç ve CPU soğutucularının, sürekli açık bırakılan bilgisayarlarda bir süre sonra sorun çıkardığı, bozulduğu düşüncesindeler. Karşı tarafta ise, bilgisayarın zaten sürekli açık bırakılabilecek şekilde tasarlandığını savunanlar var. Bunların en temel iddiaları da, bilgisayarların sistem kartının lehim noktalarıyla kaplı olduğu ve bilgisayarın açılıp kapanmasıyla bunların bir ısınıp bir soğuyarak kolay kırılır bir hale geldiğidir. Bu kişiler bilgisayarlarını sürekli açık bırakarak aletlerinde sabit bir ısı sağladıklarını, kapatıldığı takdirde bilgisayarın her yeni açılışında ısındığı ve içindeki metal parçaların genişlediğini ve parça ömürlerinin kısaldığını savunuyor.Galiba bu konuda her kişi içinde bulunduğu koşulları göz önünde tutarak, kendi kararını vermeli. Çünkü görüldüğü üzere bu sorunun kesin bir yanıtı yok!

24 AYAR ALTIN NE DEMEKTİR?

Hepimiz en az bir kere de olsa kuyumculara uğramışızdır. Ya da ekonomi haberlerinde muhakkak karşımıza çıkmıştır.Altının 24 ayar olanından bahsederler. Diğer ayarlara göre daha da pahalıdır üstelik. Peki,fiyatlarda bile değişime neden olan bu 24 ayar ne demektir, biliyor musunuz? Altının kimyadaki saflığı "yüzde" ile mücevhercilikteki saflığı ise "karat" veya "ayar" terimleriyle ifade edilir. Buna göre 24 ayar altın %100 saf altını, 22 ayar ise %91,6 saf altını ifade etmektedir. 22 ayar altının %8,4'ü diğer metallerle tamamlanmıştır. Altına gümüşün ilavesi yeşilimsi, nikel ve platinin ilavesi beyaz, çinkonun ilavesi sarı ve bakır ilavesi de bakır miktarına göre sandan kırmızıya kadar değişen renkler kazandırır.

BİR DENİZYILDIZI KESİLEN KOLUNDAN TÜM VÜCUDUNU YENİLEYEBİLİR Mİ?

Evet gelişebilir. Denizyıldızı adını verdiğimiz omurgasız canlılar, tek bir koldan bile bütün bir vücut geliştirebilme yeteneğine sahiptir. Bu olaya "rejenerasyon" adı verilir ve omurgasız canlıların çoğunda var olan bir yetenektir. Bazı omurgalı gruplarında da, vücudun tamamını değil, ama belirli bir bölümünü yenileme özelliği görülür (örneğin kertenkelelerde kuyruk bırakılıp rejenere edilebilir). Yenilenme olarak da bilinen rejenerasyon, aslında iki tiptir. İlk şekli olan fizyolojik yenilenme, normal yaşam süreci boyunca canlıların vücudunda meydana gelen sürekli veya periyodik yenilenme olaylarını içerir. Deri ve kan hücrelerinin sürekli olarak yenilenmesi, memelilerde kılların ve kuşlarda tüylerin dökülerek yenilenmesi, ayrıca geyiklerde boynuzların atılması ve yenilenmesi, fizyolojik yenilenmeye örnektir. Diğer tip olan onarımsal yenilenme ise, denizyıldızında görüldüğü gibi, vücudun eksik kısımlarının tamamlanmasını kapsar. Bir kural olarak, gelişmiş canlılarda rejenerasyon yeteneği gittikçe azalır. Örneğin memelilerde çoğunlukla sadece yaralar iyileştirilebilirken, omurgasız canlılarda vücudun büyük bir bölümü yeniden oluşturulabilir. Denizyıldızında, kesilen bölümde orta disk adı verilen vücut bölgesinden de bir parça bulunması koşuluyla, sadece bir koldan tüm vücut yenilenebilir. Ancak sadece kolun uç kısmı kesilirse, bu uçtan yeni bir kol gelişmeyecektir. Bunun yerine vücudun geri kalanı, kesilmiş olan ucu rejenere edecektir. Yani, orta diski içeren vücut parçası, kendini bütün bir canlı vücuduna tamamlayacaktır. Benzer şekilde, bir toprak solucanını da ortadan ikiye böldüğümüzde, başı taşıyan parça vücudun eksik kısmını yenileyecektir.

KİBRİTİ KİM BULMUŞTUR?

1680'de Robert Böyle, kükürtlü kibrit aracılığıyla ateşi elde etmeyi becerdi. Keşfedilmesinin üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen ateş pratik halde elde edilemiyordu. Önceleri bir çelik, bir metal parçasına sürtülüyor ve ateş elde ediliyordu. Boyle'nin kibriti, zımpara kâğıdına sürtülmek suretiyle ateş alıyordu. Ardından fosforlu kibritler de üretilmeye başlandı.